Bu derlemede, son bir ayda yayınlanmış kitaplardan bir seçki göreceksiniz. İlginizi çeker de aralarında okumak istediğiniz olursa ne mutlu bana.
İsmail Özen
Günler Ne Kadar Kısaldı ve Babamın Şarkısı gibi iki önemli öykü kitabıyla edebiyat dünyasında kendine has bir yer edinen İsmail Özen, yolculuğuna uzun yılların ve titiz bir emeğin mahsulü bir romanla devam ediyor.
Karlı Bir Gece Vakti’nde, İsmail Özen, 28 Şubat’ın o çetrefilli atmosferini, doksanlı yılların son çeyreğinin olanca karmaşasını; zihnindeki büyük sorulara bütün samimiyetiyle cevaplar arayan genç bir üniversite öğrencisinin gözünden anlatıyor. MGK bildirileri, başörtüsü eylemleri, cihad çağrıları arasında, biri “dindar” öteki “seküler” iki genç arasında filizlenen bir aşk hikayesi… Hepsi bu kadar mı, elbette değil. Pek çok açıdan bir ilk sayılabilecek bu roman, aynı zamanda hukuk okumak için yolu İzmir’den Konya’ya uzanan bir gencin, Doğu Batı, gelenek modern eski yeni arasındaki o tükenmeyen gerilim hattında ayakta durma çabasından; derinlik ve anlam arayışından, adalet ihtiyacından, dünyaya doğru yürüyebilme cesaretinden bahsediyor.
Roman boyunca ülkenin içinde bulunduğu kritik süreçte yaşanan olayların incelikli detaylarını okuyucunun zihninde kendine has bir sıcaklık ve humour duygusuyla hissettiren İsmail Özen, tüm bunları yaparken gurbette derinleşen aile bağlarını, güzeli aramaya ortak olmuş arkadaşlıkları ve karşılıklı susarak bitirilen jetonlarla başlayan bir aşkın duruluğunu büyük bir titizlikle inşa ediyor.
Mehmet Fırat Pürselim
Bugünün sancısı, yarının umuduna. İlk kitabı Hayat Apartımanı’yla 2013 Naim Tirali Öykü Ödülü’nü kazanan Mehmet Fırat Pürselim, Emanetimdeki Hayatlar ya da Acı Defteri isimli romanından sonra bu kez yine bir öykü kitabıyla çıkıyor karşımıza. Akılsız Sokrates zamana yayılan öykülerden oluşmuş. İçimizin sancıyan yanlarına dokunan bu öyküler güncel sorunlara ve olaylara da yakından bakıyor; zaman içerisinde her daim var olan acılara ve sevinçlere de Kitaba adını veren kahramanı Sokrates’le, “Balık Atlası”ndaki çöp toplayıcı ile, gelinliğiyle tecavüz edilip öldürülmüş Pippa ile; ayrıca tüm bu öykülerde koşturan çocuklar, anneler, babalar, nineler ile, her biri akılda kalacak öykülerden oluşan Akılsız Sokrates mutlaka okunmalı. Bu karşınızda capcanlı halleriyle duran kahramanları hiç unutmayacaksınız.
Donald Palmer
Batı Felsefesi Tarihi, M.Ö. altıncı asırdan başlayarak M.S. yirminci asra kadar Batı felsefesinin merkezini oluşturan fikirleri ve onların gelişimini özlü ve okunabilir bir şekilde anlatırken felsefeyi herkes için erişilebilir kılıyor. Donald Palmer bunu, Ortaçağ geleneğinin metinlerini aydınlatarak ve kişiler ile hadiseler arasında kurduğu ilişkilerin kolay anlaşılması için bölümler arası göndermeler yaparak gerçekleştiriyor. Yazar, hafif mizah unsurları içeren anlatımı ile felsefe tarihini gereğinden fazla ciddiye almadan ama ona şaka muamelesi de yapmadan felsefenin kolaylaştırılmış genel bir resmini çiziyor.
Beka Adamaşvili
Çağdaş Gürcü edebiyatının önemli romancılarından olan ve 2019’da Avrupa Birliği Edebiyat Ödülü’ne layık görülen Beka Adamaşvili, okurlarını sıradışı, eğlenceli ve çarpıcı bir maceraya davet ediyor.
Ölüm’ün romanına hoş geldiniz!
Bu Romanda Herkes Ölüyor’un başkahramanı, evet, Ölüm’ün ta kendisi! Ama yine Ölüm, bir romanın içinde olduğunun farkında ve üstelik ölüme mahkûm edilmiş karakterleri kurtarmak üzere edebiyat tarihinin en sevilen kitaplarının içine girebilme yetisine sahip! Onu Romeo ve Juliet’i intihardan vazgeçirmeye çalışırken, Büyülü Dağ’a bir çanta dolusu penisilinle giderken, hatta Reichenbach Şelalesi’nde Profesör Moriarty’yi uçuruma ittirip birçok karakteri ölümden kurtarırken görüyoruz. Dahası bütün bunlara yazarın kendi çizimleri eşlik ediyor.
Sevgili okur, bir roman karakteri olmak zor. Ama bir roman karakteriyle uğraşmak daha da zor. Hele de o karakter Ölüm’ün ta kendisiyse!
Bu Romanda Herkes Ölüyor, pek çok postmodern teknik kullanılarak yazılmış çok eğlenceli bir roman. Okuru edebiyat tarihinin önemli metinleri arasında gezdirirken hem kendi diyeceğini diyor, hem de insan, toplum ve hayat/ölüm üzerine mütalaalarda bulunuyor.
Ahmet Sarı
Adorno, “Auschwitz’den sonra şiir yazmak barbarcadır.” demişti. Olanca zayiat arasında kaybedilmemiş tek şeyin dil olduğunu bilen ve anadilini tüm yaşananların şahitliğine çağıran Paul Celan’ın meşhur “Ölüm Fügü” şiiri Adorno’nun bu cümlesine verilebilecek en güzel cevaplardan biridir. Neticede milyonlarca ölü, şiirlere gömülmeyecekse nereye gömülecektir?
Ahmet Sarı, Şairaneliğin Karanlığından’da Alman edebiyatının önemli isimlerinden Paul Celan’ın şiir poetikasına eğilerek onun, gecenin sonuna yolculuk eden ışıl ışıl, karanlık sözcükleriyle bizi karşı karşıya getirir. “Ölüm Almanya’dan gelen bir ustadır” diyerek şairin oluşturduğu gölgeli söyleme, kelimelerindeki seslere ve sessizliğe daha dikkatle bakmaya davet eder bizi. Böylece, Kara Ormanlar’daki uzun yürüyüşlerinden yaşam hikayesine, şiirlerinde açıkça görülemeyen politik göndergelerden çağdaşı edebiyatçı ve felsefecilerle olan ilişkilerine kadar eksiksiz ve etkileyici bir Paul Celan portresi çizer.
Martine Murray
Joey’nin evinin yakınlarında bir tepe vardır. Kimsenin gitmediği, bakımsız, üzeri toprakla kaplı, eski bir çöplükten ibarettir burası. Yine de Joey burayı sever, burası onun tepesidir. Düşünmek ve hayal kurmak için gittiği yerdir. Bir konuda herkesten iyi olmak, gelecekte ünlü bir astronot ya da dağcı olmak için can atar Joey.
Bir gün, tepede bir ağaç ev keşfettiğinde, birinin onun özel yerini işgal etmiş olmasına çok öfkelenir. Gelgelelim bu davetsiz misafirin kim olabileceğini de merak eder. Ama onunla temas kurmak kolay olmayacaktır. Ağaç evdeki kız vahşi, sırlarla dolu biridir ve Joey’ye hiç dostane davranmaz. Joey onunla geçinmenin bir yolunu bulmalıdır. Bu yolu ararken kendisiyle ilgili de yeni keşiflerde bulunacaktır.
Marsık ve Ben dostluk, güven, kendimize inanmayı öğrenmek ve bizi özel kılan şeyin ne olduğunu keşfetmek üzerine unutulmaz bir hikâye.
Chimamanda Ngozi Adichie
Keder zalim bir eğitim türü. Yas tutmanın ne kadar kaba, ne kadar öfke dolu olabileceğini öğreniyorsunuz kederliyken. Düşünmeden söylenen başsağlığı dileklerinin nasıl hissettirebileceğini öğreniyorsunuz.
Babasının ölümünün ardından yazan Chimamanda Ngozi Adichie, kayıpla derin bir hesaplaşmaya giriyor. Babasının ölüm haberini izleyen günleri “Yarından ve daha sonraki bütün yarınlardan korkuyorum” diye tanımlayan yazar, şok, yalnızlık ve hayal kırıklığını çarpıcı bir dille anlatıyor.
Keder Üzerine, tüm kayıplar için kişisel bir ağıt.
Colin Imber
Osmanlı İmparatorluğu’nun, Batı’da ismi en çok bilinen sultanı, “Muhteşem” adıyla meşhur olan I. Süleyman’dır. Batılılar için “Muhteşem” nitelemesi her şeyden önce sultanın ordularının ezici gücüne, maddi zenginliğine ve hâkim olduğu toprakların genişliğine işaret etmektedir. Osmanlılar da Süleyman’ı sultanlarının en büyüğü olarak görmüşlerdir. Vefatını izleyen yıllar içinde onun iktidarda olduğu döneme, kaybedilmiş bir altın çağ olarak özlemle bakmaya ve Süleyman döneminde oluşmuş normların yeniden kurulmasının siyasal aygıttaki tüm hastalıkların ilacı olduğunu düşünmeye başlamışlardır. Ancak Osmanlılar Süleyman’ı “Muhteşem” nitelemesiyle değil, restore etmeye çalıştıkları şeyin onun iktidarı sırasındaki hukuki düzen olduğunu vurgulamak için, kanun koyucu anlamına gelen “Kanunî” adıyla hatırlamışlardır. Bu düzenin temsilcisi olarak özellikle bir şahsiyet öne çıkmaktadır: Hukukçu Ebussuûd Efendi.
Bu kitap, Şeyhülislam Ebussuûd Efendi’nin Hanefi fıkhına ve Osmanlı hukuk sistemine getirdiği yenilikler üzerinden Ebussuûd’a modern tarihçilerin atfettiği “kanun ile şeriatı birleştiren” şeyhülislam iddiasını sorgulamaktadır. Colin Imber, Ebussuûd’un hem hukuk işleyişine getirdiği yenilikleri hem de Hanefi fıkhında yaptığı yeni yorumları Ebussûd’un biyografisi, fetvaları ve risaleleri üzerinden incelemektedir.
Işıl Işık
İstanbul Boğazı’nın kıyısında, boynunda altın bir kolye ile çarmıha gerilmiş şekilde duran bir kadın cesedi bulunur. Kısa sürede tüm ülke bu gizemli cinayeti konuşmaya başlar. Aradan geçen günlerde ise farklı yerlerde benzer cesetler bulunmaya devam eder.
Kadının boynundaki kolye ise Atlas’ın ikiz kardeşi Talya’nın kolyesinin birebir aynısıdır. Atlas, kardeşi ile cinayetler arasındaki ilişkiyi bulmaya çalışırken, hayatları babaları Enzel’in çeşitli sanrılar görmeye başlaması ve tuhaf davranışları nedeniyle altüst olur.
Atlas ve arkadaşları araştırmalarına devam ederken yolları tarihi gizemli Beyaz Ev ve evin yeni sahibi ile kesişir. Cinayetler, Beyaz Ev ve Enzel arasındaki bağlantıları çözmek ve olayların perde arkasını deşifre etmek ise hiç kolay olmayacaktır!
Paranormal Hikayeler ve Tünelden Önceki Beyaz Ev kitaplarının başarılı yazarı Işıl Işık’tan, aksiyon dolu ve her bölümü merak uyandırıcı bir polisiye gerilim romanı…
Ürpertici gizemlerle dolu Tünelden Önceki Beyaz Ev’e başka bir gözle bakmaya hazır mısınız?
İhsan Oktay Anar
“Başlangıçta her şey soğuk, boş ve anlamsızdı. Kutsal Rüzgâr sular üzerinde okşar gibi anaforlarla esiyor, güneş ve ayın, burçlar ve yıldızların henüz yaratılmadığı zifirî gecede, gözleri mucizevî bir dokunuşla açılmış halde bizzat kendini, yani
karanlığın yine ta kendisini gören kör tabiatı sanki teselli ediyordu.
Onun uyanıp cisimleşmiş hâli olan diğer çelik canavarın belirsiz silueti ise satıhtaki zayıf aydınlığın hemen altında âdeta kımıltısızdı.”
İhsan Oktay Anar’ın derin denizlerde kurduğu âlemde, o belirsiz, kımıltısız siluetin hem içinde hem dışında, olağanüstü bir hikâyede, hikâyeyiz.
Genevieve Gornichec
“Madeline Miller’ın Ben, Kirke’sini sevenler için birebir.” –Library Journal
“Neil Gaiman’ın İskandinav Mitolojisi’ni ve Joanne M. Harris’in Loki romanlarını seven okurlar için eşsiz bir yeniden anlatım.” –Booklist
“Kadim İskandinav tanrılarının puslu diyarına uzanan benzersiz bir yolculuk. Kitabın merkezinde ise sevdiklerini korumak için çağlar boyunca fedakârlıklar yapan bir cadı duruyor.” –Margaret George
Derler ki, yaşlı bir cadı yaşarmış doğuda…
Bu cadı güneş ve ayı kovalayan kurtlar getirmiş dünyaya. Derler ki, Asgard’a gitmiş ve üç kez ateşe verilmiş, üç kez yeniden doğmuş kaçmadan önce. Derler ki, eşsizmiş büyüsü, kâbusuymuş tanrılar tanrısı Odin’in bile. Derler ki, yaralı dudakları ve sivri dili olan bir adamı sevmiş, Loki derlermiş adına. Derler ki, doğurduğu çocuklar tanrıların alacakaranlığını, Ragnarök’ü getirmiş. Ve yine derler ki, kendisi direnmiş Ragnarök’ün alevlerine sonuna kadar, kalbi dışında her şey bir kez daha küle dönene kadar. Ancak kimisi onun hâlâ yaşadığını söyler.
İnsanlar ölür, tanrılar ölür ama o yaşamaya devam eder…
Cadının Yüreği’nde Genevieve Gornichec, İskandinav mitolojisinin göz ardı edilen ancak kıyametin gelmesinde doğrudan rol oynayan buz devi cadı Angrboda’nın hikâyesini anlatıyor. Loki’nin Asgard tanrılarından gizlediği eşi; Fenrir, Hel ve Jormungundr’un annesi; Odin’in alt edemediği rakibi Angrboda, bu kibirli tanrılar dünyasında kendi destanını yazma fırsatına ilk kez kavuşuyor.
💬 Liste Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?